27 Haz 2017

SOLGUN

Kendim olmaktan çok yorgunum. Kendi düşüncelerimden, duygularımdan, iç seslerimden, algılarımdan, zihnimin kıvraklığından, camdan yapılmış gibi olan kalbimden, akmaya hep hazır gözyaşlarımdan, üstüme leş gibi sinen bu gecikmişlik duygusundan, terk edilmişlik duygusundan, unutulmuşluk duygusundan...
Kendim olmak istemiyorum artık. Beni baştan ayağa gidip bir yerlere bırakıp kurtulmak istiyorum. Değiş tokuş etmek, iade etmek ya da öyle bir şeyler... İçten içe her geçen gün biraz daha çöktüğümü, normal
olmaktan biraz daha uzaklaştığımı hissediyorum. Bu yalnızlığa daha doğrusu kendimle yaşamaya ne zaman alışsam, ne zaman iyi kötü bir yol tutturup en azından hayata devam etmenin bir çaresine baksam canıma okuyorlar. Aylardır ilk kez bugün biraz nefes almıştım. Güneşi, denizi, yeşili duymuştum. Gülmüştüm... Aylardır ilk kez dinginleşmeye, durulmaya doğru istekli bir adım atmıştım. Sonra ne mi oldu? Bu yıkık dökük insan müsveddesinin mimarları çıktı ortaya. Biz buradayız bak hiçbir yere gitmedik dediler. Bir dokunuş, bir ses, bir iz, bir leke... Bana korkunç şeyler hatırlatıyor biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Yaptığınızın farkında bile olmadığınız korkunç şeyler. Sürekli ağlayan, en küçük bir sarsıntıda darmadağın olan, insanlardan korkan, bir köşeye saklanmaktan başka şey yapamayan, gülemeyen, neşelenemeyen, öfke hatta kin dolu, yapayalnız ama cidden YAPAYALNIZ, mutlu olma yetisini kaybetmiş, sahip olduğu bütün güzel nitelikleri kaybetmiş, hissedebilirliğini kaybetmiş... Geleceğini kaybetmiş, umudunu kaybetmiş, heveslerini kaybetmiş bir insan doğurup büyütüp saldınız ortalığa ve bütün benliğinizle bunda bir kabahatiniz olmadığına inanıyorsunuz...
Ya çiçekler bile su verince açıyor çiçekler bile. Güneş görünce açıyor. Bir çiçeği dalından koparıp yere atıp üstünde tepinip sonra karşısına geçip açmasını bekliyor musunuz? Bizim bir suçumuz yok, o kendisi yaptı ne yaptıysa diyor musunuz? Sizinle konuşmayı o kadar bilmiyorum ve sizi artık öylesine yabancılar gibi hissediyorum ki tek istediğim yokmuşsunuz gibi davranabilmek. Gerçekten bugün mü? Bugün mü yani... Ne zaman iyi olmaya biraz heves etsem, ne zaman durulmaya, gülümsemeye biraz yaklaşsam o gün mü... Gerçekten pusuda mı bekliyorsunuz ne yapıyorsunuz...
Konunuzun komşunuzun köylünüzün akrabanızın ne dediği, ne düşündüğü zerre umurumda değil. Bütün hayatım o herkesin birbirinden kötü ve sinsi olduğu iğrenç köyden kurtulmaya çalışmakla geçti. Bütün hayatım dünyada kendime bir yer açmaya çabalamakla geçti ve bilin bakalım ne oldu?
Koskocaman bir hiç.
Çünkü insanlar anne babaları tarafından eğitilir, sevgi ve şefkatle sarmalanır, hayatın zorluklarına hazırlanırken ve ihtiyaç duydukları her seferinde onları yanıbaşlarında bulurken ben neden dayak yediğimi düşünüyor oluyordum. Onca hakareti duymak için ne yapmış olabileceğimi düşünüyor oluyordum. Okulda, sokakta, kütüphanede, herhangi bir yerde herhangi birileri tarafından sevilebiliyorken, hatta takdir edilebiliyorken her seferinde kuyruğumu bacaklarımın arasına kıstırıp tıpış tıpış döndüğüm evde neden böcek muamelesi gördüğümü düşünüyor oluyordum.
Yapmadığım yanlışlar yüzünden neden cezalandırıldığımı düşünüyor oluyordum. Neden iki çift tatlı söze hasret bırakıldığımı düşünüyor oluyordum. Neden nefret ettiğim halde daha o yaşımda o kadar çok küfür bildiğimi düşünüyor oluyordum.
NEDEN KOSKOCA OKULDA PARMAKLA GÖSTERİLİP HERKESE ÖRNEK VERİLİRKEN EVDE DAYAK YEDİĞİMİ DÜŞÜNÜYOR OLUYORDUM.
Babam olan insan... Hani bir keresinde taaa ebenin örekesinden bana seslenmişsin de ben seni duymamışım bir daha seslenmişsin hani... Sonra odaya bir hışım dalıp "Sana sesleniyorum duymuyor musun?" diye bağırmıştın. Dışarı çıkıp yanına geldiğimde de bütün gücünle bir tokat atmıştın da yere yıkılmıştım hatta leğene düşmüş başımı da arkamdaki duvara çarpmıştım hatırlıyor musun? Hatırlamıyorsun çünkü ben hatırlatmıyorum.
Sana bir şey söyleyeyim mi? Duymamıştım. DUYMAMIŞTIM. Duysaydım ve duymazdan gelmiş olsaydım bile bana öyle vurmamalıydın.
Hani koskoca okulda seçme bile yapmadan okullar arası kompoziyon yarışması için bana kompoziyson yazdırmıştı öğretmenlerim ve onca okul içinde birinci olmuştum. Ödülümü almaya bile gidememiştim, izin vermemiştin hatırlıyor musun? Azıcık övünmeme, kendimle gurur duymama, bir parçacık özgüven sahibi olmama bile izin vermemiştin. Ödülümü öğretmenim almıştı, beni arayıp tebrik etmişti hem de nasıl gururla... Bense tam merkezinde olduğum böylesi güzel bir şeyi bile uzaktan bir yabancı gibi seyretmekle hatta sadece işitmekle yetinmek zorunda kalmıştım. Hatırlıyor musun? Hatırlamıyorsun çünkü hatırlatmıyorum.
Bir keresinde de şimdi hatırlamadığım sudan bir sebepten dolayı beni eşek sudan gelene kadar dövmüştün de ertesi sabah araba alım satımı için iş yerine gelen okul müdür yardımcısına anlatmıştın. Adam da sana "Yapma" demişti. "Biz onu okulda parmakla gösteriyoruz, en iyi öğrencilerimizden biri yazık değil mi" demişti... Elin adamı babam olacak insanın karşısında beni müdaafa etmişti hatırlıyor musun? Hatırlamıyorsun hatırlatmıyorum çünkü.
Evde beni çıldırtmak için her haltı yiyen abla sıfatlı insanlarla kavga ettiğimde her seferinde sadece bana bağırdığını ve öbürlerinin sırtını sıvazladığını hatırlıyor musun? Gözümün önünde bacının, kardeşinin, dıdının onun bunun çocuklarının saçlarını şefkatle okşadığını, onlarla şakalaşıp güldüğünü, bize gelince ya da bana ne diğerlerinden, bana gelince genel olarak ağzından orospu, şey meraklısı, sürtük gibi kelimelerden başka şey dökülmediğini hatırlıyor musun? Yok. Hatırlatmıyorum çünkü, ah aptal kafam.
Kızlarından biri evden kaçtığında, benim dünyadan haberim yokken, bütün haltı  kızın ve onun kankası olan öbür kızın yemişken ilk işinin beni okuldan almak olacağını söylemek olduğunu hatırlıyor musun? Küfürleri belirtmeye artık gerek bile duymuyorum. Bozuk ve hasta genlerinden sonra şahane bir şekilde kodladığın şeyler onlar... Muazzam küfürlerin.
Saymakla bitiremem, yazarken bile hayattan soğudum bir kez daha. Yüzüme tükürmelerin, ettiğin küfürlerin, tehditlerin, her anlamda içine ittiğin şiddet girdabı, yasaklar, ithamlar, iftiralar... Ben çocukken bile çocuk gibi değildim be kör müydünüz? Ben çocukken bile gülmüyor, konuşmuyordum. Başkalarının evlerini, aile ilişkilerini, anne babalarını kıskanırdım. Benim zekamın, başarılarımın onda birine sahip olsa çocuğunu başının üstünde gezdirecek olan anne babalar... Sizse ne yaptınız? İşte bunu. Bu yıkıntıyı. Bu paçavrayı yaptınız. Siz yaptınız. SİZ YAPTINIZ. Çekiştirmeyin boşuna siz yaptınız.
Sizden kurtulurum, yeni ve güzel bir hayatım olur umuduyla gittim bulduğum ilk dala sarıldım. Onda da bambaşka acılar, yepyeni yaralar bulduğumla kaldım. Bir tane bile güzel anı bulamıyorum geçmişe baktığımda. Bir tane bile yok. Kendime acıyorum şunu yazarken, geriye dönüp baktığımda sizinle geçirdiğim onca yılların içinde bir tane bile güzel anı bulamıyorum... Güzel olabileceklerin, kendi emeklerimle inşa ettiklerimin hepsini tuz buz ettiğinizi hatırlıyorum üstelik.
Biri kafama odunla vurur, öbürü bana cevap verme diye yere yapıştırır dudağım patlar, öbürü okuldan kız arkadaşım aradı diye "Sen kızla konuşuyorum ayağına sevgilinle mi konuştun?" diye döver... Öbürü bardak düştü kırıldı diye döver... Öbürü sopayla kovalar, küfür eder, hakaret eder, aşağılar...
Görüp görebileceğiniz en masum çocuktum ben be. Sessizdim, içime kapanıktım, gece gündüz okurdum. Okurdum okurdum okurdum... Kızlarınız beni odalarına bile almazdı, nerede boş bir köşe bulsam oraya bir yatak atıp kıvrılırdım. İçime içime ağlardım o yatakta. Korkardım, üşürdüm, üzülürdüm... Yine de üstüme düşen her şeyi yapardım. Ders çalışırdım, elimden kitap düşmezdi. Sonra seslenirlerdi içerden prensesleriniz "Işığı kapat!"
En çok hangi çocuğunuz sorun çıkardıysa onu sevdiniz. Camları indirdiler, kanlı bıçaklı kavgalara karıştılar, evden kaçtılar, gizli gizli sevgili buluşmaları, yasak aşklar bilmem neler...
Tek yaptığım okula gidip gelmek ve içinden çıktığım bataklıktan sonra normal hayata adapte olmaya çalışmaktı. Sevmediniz beni, sevemediniz... Çırpındım ya. Çırpındım... Biraz kendimi sevdirebilmek için her şeyi doğru yaptım her şeyi. Okulda başarılı oldum, evde ev işi yaptım, gizli saklı iş çevirmedim, söz dinledim, ne dediyseniz yaptım ama sevemediniz... Üstünüze yürüyen çocuklarınızı sevdiniz, kapıyı bacayı indirenleri sevdiniz, kardeşini dövenleri sevdiniz, yokluğun ortasında her şeyin en iyisini isteyenleri sevdiniz...
Şimdi şöyle ufaktan bir rüzgar esse fırtına çıktı gibi geliyor bana ya hani, onun için yazıyorum bunları. Tutunacak bir şey bulamıyorum artık. Avuçlarım kanıyor, ayaklarım yara bere içinde, kalbim ona değinmiyorum bile... Bir insanın karşısına geçip gözlerim dolmadan iki cümle kuramıyorum ben haberiniz var mı? Saçların güzel deseler küfür ettiler sanıyorum. Teşekkür ederim deseler sülaleme sövmüşler gibi geliyor. Herkesten sırf var olduğum için özür dileyecek kıvamdayım. Özgüven mi? Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok.
Ve şimdi de ben sizi sevmiyorum. Sevemiyorum. Sevmek de istemiyorum.
O ne der, bu ne der geçtim oraları çoktan. Beni koca şehrin göbeğine atıp kendi halime terk ettiğinizde düşünecektiniz bunları. O zaman hala aptaldım değil mi? Bütün bunların sorumlusunun siz olduğunuzu söyleyecek cesaretim yoktu; ama artık var. Kimse görmeden, duymadan sürünmemde sakınca yoktu tabii değil mi? Kimseye bir şey söylemediğim, dert yanmadığım sürece sıkıntı yoktu...
Sizi içinde olduğunuz o köyle birlikte unutmaya çalışıyorum. Yıllarca duvara gözümü diktim ve düşündüm "Herkesin HERKESİN bir fotoğrafı var bu Allah'ın cezası duvarda benim yok!" diye. Bütün oğullarınızın bütün kızlarınızın teker teker... Benim yok... Yıllar sonra kendi çabalarımla, imkansızı başarıp o okuldan o diplomayı aldığımda lütfedip masaya koydunuz kepli bir fotoğrafımı ama onu da kaldırın oradan. Artık hiçbir önemi yok. Hiçbir anlamı yok...
Bugün olan şey ilişkimizin özeti işte. Ben acı çekiyorum, acılar çekiyorum... Yere kapaklanıyorum... Acılar ağrılar içinde, yapayalnız doğruluyorum artık aylar mı sürer yıllar mı sürer orası meçhul... Doğrulur gibi oluyorum bir şekilde ve hoooppp... Bir bakıyorum ki yine oradasınız. Burnumun dibinde. Bütün emeklerime, bütün mücadeleme sıçmak üzere hazır ve nazır bekliyorsunuz.
Sana ne kadar benziyorum biliyor musun? Huyum suyum, sinirim, ağzımın bozukluğu, tahammülsüzlüğüm... Yıllarca karşımda seni bula bula maalesef küçük bir kopyan olup çıkmışım.
Hastalıklı evinizden kurtuldum; ama o evin hastalıklarını bünyemde toplamaktan kurtulamadım işte... Perde açamıyorum ya perde açamıyorum. İnsan perde açtı diye hakarete uğradığı, azar işittiği, bütün perdeleri sımsıkı kapalı bir evde büyüyünce farkında olmadan aynı rahatsızlığı kapıveriyormuş meğer... Bana attığınız en büyük kazık bu işte. Size benziyorum. Benzemek ne kelime, hınk demiş burnunuzdan düşmüşüm ve bu yüzden kendimi de sevemiyorum... Ve kendimle yaşamak zorunda olmaktan nefret ediyorum.
Artık bitti. Benim kendimle uğraşmaktan, kendimi ayakta tutmaya çalışmaktan başka hiçbir şeye gücüm yok. Hele size hiç yok.
İnanın ki özlemiyorum. İnanın ki aramıyorum, sormuyorum, merak etmiyorum. Yokmuşsunuz gibi davrandıkça ve öyle olduğuna inandıkça iyileşmem ivme kazanıyor hatta. Aniden fidan adında bir kızınız daha olduğuna dair gelen o hissi kovun bence.
Bunlar içime attıklarımın, yazmaya utandıklarımın sadece bir kısmı. Artık utanmıyorum, siz utanın.
Ya da utanın utanmayın umurumda değil, benden uzak, gerçekten uzak durun yeter.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *