6 Şub 2017

BU EĞİTİM DE ŞART MI


Düşünüyorum da eğitim hayatımda şu veya bu sebeple beni işaret etmeyen, şöyle parlak böyle şahane bir geleceğim olduğunu öne sürmeyen, herhangi bir sebeple uyuşamasak bile sonrasında fikirleri sarsılmayan bir öğretmenim/eğitmenim olmamış. 
İlkokulda okumaya ilk ben geçmiştim. Ama, öğretmenim bana evde öğretildiği gerekçesiyle kırmızı kurdeleyi ikinciye taktı. Evde bana kimse bir şey öğretmiyordu. Sonra, zamanla ne yapıyorsam kendi zekamla ve çabamla yaptığımı idrak edip hakkım olan o kurdeleyi vermeyişinin sızısını dindirmek istercesine hep ön planda tuttu beni. Okuldan ayrıldığı güne kadar sevdi. Diğer öğretmenlerim ya kitap hediye eder ya aralarında ne kadar zeki olduğumu konuşur (sınıfta kendileri söylerdi) ya da beni gördükleri her yerde içimi umutla dolduran, geleceğe inancımı artıran cümleler kurarlardı. Dersin ortasında büyük sınıfların dersine götürülüp önlerinde kitap okumam istenirdi. Sonra da bacak kadar çocuk sizden iyi okuyor temalı söylevler verilirdi o büyüklere.
İlk ve ortaokul sıralarında büyüme sancılarımı, evdeki huzursuzlukların önce iç sonra dış dünyama yansıması olan dik başlılığımı, öfkemi saymazsak örnek bir öğrenciydim. Türkçe öğretmenime bir şeyler yazması için verdiğim hatıra defterim bana şu cümlelerle biterek dönmüştü:
"Zeki, hassas ve özel bir öğrencisin. Çok parlak bir geleceğin var. Ayrıca derste kitap okuduğunu biliyorum; ama sorun etmiyorum. Çünkü, anlattığım tüm bilgileri zaten bildiğini biliyorum."
Utanayım mı övüneyim mi güleyim mi ağlayayım mı bilememiştim.
Lisede örnek öğrenciliğin suyunu çıkardım. Okulun en güzel binasının en tepesindeki en güzel sınıflardan birindeydim. Süper lise öğrencileri için ayrılmıştı o bina. Diğer binalarda düz liseliler arasında, arka sıradakiler tadında olaylar döndüğünden neredeyse mezun olurken ancak haberim olmuştu. İngilizce dersinde herkes sırayla bir paragraf okurken sıra bana geldiğinde okumam bölünmez, yazı biter, sonra öğretmenim arkadaşlarıma "Öyle güzel okuyordu ki bölemedim." derdi. Edebiyat öğretmenim o yaştaki beni kantine davet eder, çay ısmarlar, hangi yazarları sevdiğimi, ne tür kitaplar okuduğumu sorardı. Matematikçiyle sorunum olduğundan dersten kaçar, sahafa gider, kitap okurdum. Dershaneye de gitmiyordum. İnsanların hem okula hem dershaneye gidip hem de özel ders alarak anlayamadığı konuları nasıl olup da sadece biraz kitap karıştırarak anladığımı ve çoğundan yüksek not aldığımı şaşkınlıkla izlerlerdi. Kompozisyon sınavlarından sonra sınıfta yalnız benim kağıdım okunur veya okutulurdu. Koridorda, bahçede, sınıfta şurada burada hangi öğretmenime rastlasam, mutlaka "ne kadar özel" olduğumu hissettirecek bir söz duyardım. Her rastladıklarında o sırada ne okuduğumu, beğenip beğenmediğimi sorarlardı. Üniversite sınavına hazırlanırken hangi arada hangisine ne sorarsam sorayım geri çevrilmezdim. Sorduğum her şey sanki o cevapla dünyayı kurtaracakmışım gibi özenle anlatılırdı. 
Edebiyat öğretmenlerim yaşadığım yeri görmek, ailemle tanışmak için evimize misafir olduğunda yatıp kalktığım, ders çalıştığım alanı, imkanlarımı daha doğrusu imkansızlıklarımı görüp şaşkınlığa sürüklenmişti. İçlerinden biri sırtımı sıvazlayıp "Sen çok akıllı, çok özel bir öğrencisin." demişti. Tabii o sırada bunun "Bu koşullar altında nasıl bu kadar başarılı olabiliyorsun?" anlamına geldiğini bilmiyordum.
Bir keresinde sınıftaki bir grup kızla çok kötü kavga etmiş, sonra onlara duygu ve düşüncelerimi bir mektupla iletmiştim. Mektubu götürüp gösterdikleri Türkçe öğretmenimin yanına çağrılmıştım. Adamın beni korkunç şekilde azarlamasını beklerken suratında resmen şaşkınlık, hatta hayranlık ifadesi görünce gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Tam kızacakken elindeki kağıda bakıyor, dilci damarı ağır basıyor ve kızsa mı takdir mi etse bilemiyordu. Sonra "Yazdıklarının içeriği sana yakışmadı, arkadaşlarına böyle ithamlarda bulunmamalısın." gibi bir şeyler söyledi ve ekledi: "Ama, yani bu yaşta bu ifadeler, bu anlatım... Çok çok güçlü bir kalemin var. Etkilenmemek elde değil." Sınıfa döndüğümde gülüyordum. Yakın arkadaşlarıma olan biteni anlatınca kahkahaya boğulduk.
Bir kompozisyon dersinde okuldan ya da sınıftan bir arkadaşımızı hem fiziksel hem psikolojik olarak tasvir etmemiz istenmişti. Herkes canım çiçeğim böceğim temalı yazılar yazarken, ben tasvir etmek için sınıftaki zengin züppesi, kalp kırıcı, saygısız bir çocuğu seçmiştim. Çoğumuzun kalbini kırar, zenginliği nedeniyle ne arkadaşlarından ne de öğretmenlerinden layık olduğu biçimde karşılık görürdü. Yaptıkları şirinmiş gibi gülünür geçilirdi. Yazılar yazılıp bitirilince birkaç kompozisyon okundu. Kimse anlatılanların kim olduğunu anlayamadı ta ki yazanlar isimlerini söyleyene kadar. Derken öğretmenim adımı söyleyip "Ne yazdığını çok merak ediyorum, lütfen okur musun?" dedi. Başladım okumaya.
2,5 sayfalık yazının ilk sayfası henüz biterken öğretmenim telaşla ayağa kalktı. "Tamam, tamam, bu kadarı yeterli Fidan teşekkür ederiz." dedi. Yazımda ne küfür vardı ne hakaret. Sadece kelimelerle o çocuğun resmini çizmiştim. O da kısmen. Buna rağmen kimden söz ettiğimi anlamayan kalmamıştı. Öğretmenim her zamanki gibi ifade gücümün büyüklüğünden söz etmiş, ileride beni önemli bir dergi veya gazetede köşe yazarı olarak göreceğinden neredeyse emin olduğunu söylemişti. Özellikle tenkit türünde çok başarılı olacağımı düşünüyordu :)
Yine bir edebiyat öğretmenim panoya asılmak üzere bir şiir yazmamı istemişti. Yazıp götürdüm. İlk kıtayı okudu. "Güzel; ama dil hatası var." dedi. "Şu şöyle olmaz bu da böyle olmaz." dedi. İçimden sen ne biçim edebiyatçısın diye geçirirken okumaya devam etti. Okudukça da rengi değişti. Çünkü, şöyle olmaz dediği şeyi bilerek yapmış ve her kıtada farklı bir kelime oyunuyla kullanmıştım. "Haaa" dedi ve şiirimi panoya astı. Çok güzel olduğunu söylemeyi es geçmeden.
Tarih öğretmenim sınıfta benim gibi en az 3 öğrenci olsa dersten ne kadar keyif alacağını söylemişti bir defasında. Konuyu kim anlatmak ister diye sorardı, sonra da "Tabii ki Fidan. Niye soruyorsam." derdi. Kalkıp anlatırdım ve neredeyse onun kadar iyi anlattığım karşılığını alırdım. Sorumluluk bilincim nedeniyle de teşekkür ederdi. Ne kadar yorgunluğa ve uykusuzluğa mal olursa olsun hiçbir zaman okula elimi kolumu sallayarak, konudan, dersten bihaber gitmezdim. Bilmem o yaşlarda öğrenmeyi benim kadar seven biri var mıdır.
Bir iki dershane sınavında derece yapıp "Belki faydası olur." düşüncesiyle birine kaydoldum. Bir hafta sonra benim burada öğrenebileceğim bir şey yok, zaman kaybediyorum fikriyle bıraktım. Ben Tolstoy okurken, dershanedekiler tabiri caizse henüz A harfini öğreniyordu.
Üniversite sınavında tamamını yapabileceğim matematik sorularının zamansızlıktan 27 sini ancak çözebildim. Neyse ki 27 si doğruydu. Coğrafyaya hiçbir zaman ilgi duymamış, sevmemiş biri olarak hırs yaptım ve vaktimin çoğunu aptal coğrafya sorularıyla boğuşmaya harcadım. Türkçe benim alanımdı, yanlış işaretleme nedeniyle olduğunu düşündüğüm tek hatam çıkmıştı. Felsefe tam, Tarih 1 veya 2 yanlış ile fena olmayan bir puan almıştım. Çok daha iyisini yapabilirdim; ama çok daha iyisini yapmak için bir hedefim ya da idealim yoktu. Tek isteğim bir okulun bir bölümünü kazanıp uzaklaşmaktı. Tercihlerimi yapıp listeyi teslim etmeye gittiğimde okul müdür yardımcısı "Bu puanla Van mı seçtin?" deyip 4. sıradaki tercihime Ankara'yı yazdı. Hiç unutmuyorum elleriyle silip elleriyle yazmıştı. Onu suçlamıyorum elbette; ama şimdi buradan bakınca kaderimin bir kısmını okul müdür yardımcısı yazmış gibi geliyor.
Çalkantılı üniversite yılları. Her şeye rağmen beni fark eden öğretmenlerim vardı. Halk edebiyatı öğretmenim bir ders sırasında kesmesi gerekirken okumamı kesmemiş "Arkadaşınız öyle güzel okuyordu ki sonuna kadar dinlemek istedim." demişti. Tanıdıktı bu durum benim için. Sonra öykü ödülü aldığımda "İçinizden bazıları daha şimdiden parlamaya başladı." demişti. Ona göre de büyük bir yazar olacaktım. 
Yeni Türk Edebiyatı dersinde yorum istenen sınavlardan en yüksek notlardan birini alırdım. Ders için Milli Kütüphane'den çıkmayanlar oraya bir kez bile gitmediğimi bildiklerinden şaşırırdı. Bir eser hakkında yorum yapmak için başkalarının yorumlarını okumasam da olur derdim. Yorum, benim duygularım ve benim düşüncelerimdir zaten. (Milli Kütüphane dışarıdan bakınca bile fazlasıyla resmi ve soğuk gelirdi. Beni iten bir şey vardı orada. Bir türlü gidemedim, gitmek istemedim.)
Yaratıcı Yazarlık dersi diye bir ders almaya başladığımda yeterince ezilmiş ve sinmiş olduğumdan, sınıftaki herkesten bir nevi kaçtığımdan basit, sıkıcı birkaç yazı yazmış, hocanın ciddiye almayan hatta üzgünüm; ama hor gören tavrıyla karşılaşmıştım. Bir sonraki dönemin dersinde içimden geldiği gibi yazmış ve ne olursa olsun diye düşünüp sınıfta içimden geldiği gibi okumuştum. Hoca nihayet beni küçümsemekten, yok saymaktan vazgeçmiş, hayranlığını gizleyememişti. Hatta o yazılar sayesinde kısa süreli de olsa arkadaş bile edinmiştim:) Hatta ve hatta yazılarımdan birinin bir bölümünü hocam, bir sunumunda kullanmıştı maalesef intihal yaparak. Tesadüfen rastlamış, üstünde durmamıştım. Kafa benimdi, duygular düşünceler, kelimeler benimdi. Kimse dokunamazdı onlara. İstersem çok daha iyisini de yazabilirdim.
Ekonomik sıkıntılar, daimi bir barınma ve yaşama problemi, iş güç, para kazanma telaşı, faydalanmaya çalışan insanlarla boğuşmak, yalnızlık filan derken üniversitede adeta çöküşü yaşadım. 8 koca yılda ancak mezun oldum. 7,5'uncu yılda mezun oldum nihayet hevesiyle okula gidip 3-4 kredimin eksik olduğunu duyup bir dönem daha sürüneceğimi öğrenince hah dünyanın sonu burası oluyor işte demiştim. Kendimi kafenin tuvaletine kilitlemiş hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Sadece bir kız : "Sorunun ne olduğunu bilmiyorum; ama ne olursa olsun böyle ağlamaya değmez. Bir gün o ağladığın şeye bakıp niye bu kadar üzüldüğünü anlamayacaksın. Lütfen bunu düşün." diye seslendi. Garip gelebilir; ama o kız o an benim en iyi arkadaşım oldu. O sesi asla unutmayacağım.
Öyle veya böyle bu ülkede hiçbir anlamı olmayan bir bölümü bitirdim. Sonra bir süre çalıştım, dershaneydi özel dersti derken istersem iyi para kazanabileceğimi; ama illa ki inanmadığım şeyler yapmam veya söylemem gerektiğini görünce kabuğuma çekildim. Zaten yeterince de yorgundum ne yalan söyleyeyim.
Öğretmen filan değilim üstelik. Türk Dilleri Bilimcisi'yim. Türkolog'um. Bilimcisi olduğum Türk Dilleri'nin çoğunu bilmiyorum. Bilsem bile ne işe yarayacak onu da bilmiyorum. Ara sıra diplomama bakıp seni yendim üniversite diye kendi kendime gaz veriyorum o kadar. Başka da bir numarasını görmedim.
Anlayacağınız üzere parlak bir geleceğim filan olmadı. Kıytırık bir blogda kendimce edebiyat parçalıyor, oturduğum yerde zamanın nasıl da hızlı geçtiğini, geçen zamandan nasıl da bir şey anlamadığımı düşünüyor, doğru düzgün bir iş sahibi olmayı geç, en azından herhangi bir 'ev kadını' bile olamamışlığıma bakıyor, bir yandan da bu kadar çileyi çekmeye değer miydi diye kendime kızıyorum.
Fazlaca kırgın, çokça yenik, bir hayli yorgunum. Çoğu kez başardığım en büyük şey Albert Camus'nün dediği gibi günün sonunda intihar etmemiş olmak. İnsanlardan korkuyorum. Benden bir ömür alıp karşılığında hiçbir şey vermedikleri için kitaplara kızgınım. Ne yaparsam yapayım dünyada bir yerim olmayacakmış gibi geliyor. Gibi gelmesi fazla, olmayacağını biliyorum. Hayatıma ya da bana en ufak bir dokunuluşta dağılıyorum. En ufak bir sarsıntıda dengem bozuluyor. Her şeyi baştan yapmam, gücümü baştan toplamam, hayata baştan tutunmam gerekiyor. Hiçim. Hiç kimseyim. Hiç kimse için de biri değilim.
Şimdi
bilen gören duyan varsa
tanıyan varsa
lütfen bana 
uzun yıllar boyunca 
hayatın gerçeklerini anlatmak yerine
durmadan
ne kadar özel olduğumdan 
ve ne kadar parlak bir geleceğim olduğundan 
dem vuran öğretmenlerimi getirin.

Bir şey söyleyeceğim.








20 yorum:

  1. Demek sen de okul yüzünden eğitimine ara verenlerdensin...

    YanıtlaSil
  2. Gecmis icin yapabilecegimiz hicbir sey yok. Sanirim bizi bir torna tezgahindaki basit bir tahta parcasindan farkli gormeyen sistem icin de. Senin gordugunu ayni anda milyonlarca insan gormedikce ve degistirmek icin bir caba gostermedikce yapabilecegin bir sey yok. Ben tum sistem icin ayni seyleri dusuniyorum. Egitim de ona hizmet ediyor cunku.
    Neyse gelelim sana belki haklisin fakat sahip olduklarinin degerlendirilebilecegi bir ulkede dogmamis olmak senin sucun degil. Tabi tercih asamsinda hayatinin nasil o birkac dakikalik surede sekillendigini o zaman icin anlaman mumkun degildi. Seni sen yapan ne varsa gecmiste yasadiklarindi. Dusunsene siradan bir hayati olan, kalemi yazili kagitlarini incelemek disinda eline almayan ve her gun karsisiindaki cocuklarin ne kadar gerizekali oldugundan dem vuran fakat kendini gelistirmek ya degistirmek icin bir sey yapmayan bir ogretmen de olabilirdin.
    Sen Iyi bir ornek olurdun kuskusuz. Lakin bu kadar duyarli olabilir miydin tartisilir.
    Bence sen, daha once yazdigim bir yazida bahsettigim, ozel insanlardan birisin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Dusunsene siradan bir hayati olan, kalemi yazili kagitlarini incelemek disinda eline almayan ve her gun karsisiindaki cocuklarin ne kadar gerizekali oldugundan dem vuran fakat kendini gelistirmek ya degistirmek icin bir sey yapmayan bir ogretmen de olabilirdin." Özellikle şu kısım bana çok iyi geldi. Kalemi elime özgürce alabildiğim için mutluyum gerçekten de. Çok teşekkür ederim :)

      Sil
  3. İnsan kendi varlığının farkında olması yeterlidir. Bütün öğrendiklerin ve birikimin kalbinin güzelliğini yansıtıyorsa varlığına şükretmelisin. Oydu buydu derken bu dünya hay huyla geçiyor. Bir cümle, bir kelime, bir harf bile kalpten söylendiğinde bunun maddiyatla ölçülmeyecek kadar deerli olduğunu bilirim. Bu bloğu asla bir kıytırık blog olarak görmedim. Ayrıca insanlığın hatta bütün varlıkların hak ettiği değerlerle yörüngesinde varlıklarını sürdürmesinde bir nefes verebiliyorsan bunu kutsarım. Böyle de inanırım. Çünkü insan kalbiyle doğar, kalbiyle yaşar, kalbiyle ölür demiyorum; kalbiyle bütün kalplerde ebedileşir diyorum. Bunu bir iltifat olarak del; hakikatin bir gereği olarak söylüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu şekilde bakmaya çalışacağım, teşekkür ederim sayın Profösör.

      Sil
  4. Yazınızı dikkatle okudum .Yazılarınız güzel Fidan hanım niye kendinize haksızlık yapıyorsunuz? sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biraz sitem ettim diyelim :) Bana özel olduğumun söylenmesi yerine, sahip olduğum vasıfların mutlaka iyi şeyler getirmeyeceği, hayatta her şeye hazırlıklı olmam gerektiği gibi cümleler duysam daha iyi olurmuş gibi geliyor :) Teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  5. Yazını okurken youtube reklamlarında çıkan bir reklam geldi aklıma. "Merhaba ben "elin kızı" " diyor ve aslında olmak istemediği bir meslekte olduğunu ve sevmediğini anlatıyor. Oğlum bu yıl Teog sınavına girdi ve ben hep eleştirdiğim şeyleri yaptığımı fark ettim dehşetle. Bu sistem denilen şeye kapılmamak bazen mümkün olmuyor. Bu arada ne güzel yazmışsın vaktim yoktu ama bölmek istemedim:)))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elin kızı, elin oğlu reklamlarını ben de izledim, hoşuma gitmişti :) İçi onları dışı bizi yakıyor, böyle de bir şey var. Siz eninde sonunda hata ettiğinizi anlar, o hatayı düzeltirsiniz. Problemimiz bunu yapamayanlarla. Beğendiğinize sevindim, teşekkür ederim :))

      Sil
  6. Yazını olanca empatimle ve hiç bir satırı ve ifadeyi kaçırmamak adına, geri döne döne okudum. Gerçekçi olman, farkındalığın, her şeyi herkesten çok önce kavraman, kritik edip yorumlaman, karakterli oluşun, tüm bunlar senin sıra dışı biri olmandan.
    Hani herhangi bir besine açlık duyarsın ve almak için hemen harekete geçersin ya, üstelik müptelası olduğun bir şey de olabilir bu. İşte sen... ve ulaşınca sana, zihinde doygunluk etkisi yaratıyorsun. İnsan bazen de çaresiz kalıyor, üstüne yapacağın yorumun, anladığını anlatamama ihtimaline karşı.
    Kızım, senin hiç bir şeyi görmezden gelme gibi bir rahatlığın yok anladığım kadarıyla. Bilgilerinin uygulanabilirlikleri arasında, mutluluğun tabiatiyle olmaması, seni birliğini koruma altına almanla sonuçlanmış.
    Hayranlık yaratan yazıların, aslında matematiksel özelikleri olan şifrelerle dolu. İnsan bir şey yazarken hiç bir hata mı yapmaz? Evet yapmaz, Fidansa eğer.

    Fidan, ben o kaos dolu; belki imkânları yeterli ama travma ihtimali ayda beş ila on arası değişen ama garanti olan; maneviyatı karartılmış evden, kendi arzumla çıkıp, sırf ablamdan yedi yaş küçük olduğum için üniversiteye gidemedim. Ama babam öldüğünde o evden tek tek eksilmemiz gerekiyordu ve kimsenin yan yana mutlu olamayacağı zaten anlaşılmıştı. O nedenle erkenden evlenmiş ve yeteneklerimi, ya da birtakım özelliklerimi sadece çocuklarımın evdeki eğitimleri sürecinde kullanabildim. İnsanlardan çok korkuyorum. Doktorum bunu sorun etmememi ve asla üstüne gitmememi salık verdi.
    Seni anlayarak takdir etmekle, anlamadan karşı çıkmak arasına uçurumun tepesi ile dibi kadar mesafe var. Sen yine de tüm aklın ve insana duyduğun saygıyla gereken her türlü cevabı fazlasıyla veriyorsun. Allah aklını, zekanı ve sevdiklerinle seni korusun kızım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de yorumunuzu birkaç kez, her seferinde de aynı özenle okudum:) Sözleriniz çok kıymetli ve kesinlikle her cümlenizi dikkate alıyorum. Teşekkür ederim.

      Sil
  7. Bu bloğa kıytırık diyemezsiniz hanfendi. Siz görmeyebilirsiniz ama bu blogdaki yazılar çok değerli olacak çok geniş kitlelere ulaşacak. Nah şuraya yazdım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Burayı en az benim kadar önemseyen insanlar olduğunu görmek hoşuma gitmedi dersem yalan olur :) Gidiş onu gerektirdiği için öyle yazdım diyelim. Yoksa Söz Sanatı'nı gayet anlamlı buluyorum. Teşekkür ederim.

      Sil
  8. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Yaşam maalesef kötü temellere oturtulmuş. Başarı, makam, zenginlik tamamen yalakalığa dayalı. Kendi doğrularınızdan taviz vermenize zorlayan bir düzen bu. Çok iyi ve yetenekli bir insan olduğunuz tartışma götürmez. Bu güzel özelliklerin prim yapmadığı aşikar. Öyle bir düzen olmalı ki, sizin gibi düzgün ve temiz insanlar hak ettikleri yerde olsun. Kendini iyi pazarlayanların, söz cambazlarının, yalakaların kazandığı dünya bu.
    Bize sunulan hayatı olduğu gibi kabul edin bence. En azından hayal kırıklıklarını azaltmış olursunuz. Bakarsınız hiç ummadığınız bir anda rüzgar tersine döner, işler yoluna girer.
    Hiç fırsat bulamadığım bu sıralar baştan sona kadar sindire sindire okuduğum yazınız beni de esir aldı.
    Size şans dilemekten başka ne gelir ki elimden...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Kendini iyi pazarlayanların, söz cambazlarının, yalakaların kazandığı dünya bu."

      Konu kilit :) Dünya onların dünyası... Tüm güzel sözleriniz için teşekkür ederim.

      Sil
  9. Yazınızı okurken bir yazarın tamamlanmamış hayat hikayesini okuduğumu hissettim. İnanıyorum ki yolunuz açık, öyle güzel yazmışsınız ki hem umut dolu oldu hem de içimi çok acıttı. Ve evet öyle yanlışlar var ki eğitim sistemiz de düzelir inşallah. Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendi hayatım bana da yarım kalmış bir hayat hikayesi gibi geliyor :) Umarım dediğiniz gibi bir gün iyi bir şekilde tamamlanır. Teşekkür ederim, sevgilerimle.

      Sil
  10. Öğretmenler sadece "özel" olduğumuzu belirtmeseler keşke... Keşke bizi hayata hazırlamaya çalışsalar... İşlerinin masa başında sadece yazılı kağıdı okumak olmadığını bilseler... Aileden alamadığımız bu eğitimi, öğretmenlerden bekleyerek çok mu şey istiyoruz sevgili Fidan?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sadece 'Sen o kadar kitap okuyorsun; ama gerçek hayat kitaplardaki gibi değil.' demiş olsalardı bile, onlara her şeyden çok minnet duyardım... Yani hayır, çok şey istemiyoruz aslında canımın içi :)

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *